Temelinde kaygının olduğu, bireyde panik atak, kusma ve üşüme gibi çeşitli fiziksel belirtilerin de görüldüğü agorafobinin, kaygı ve anksiyete bozukluklarında, obsesif kompulsif bozukluklarda, sosyal fobisi olanlarda ya da travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireylerde görüldüğü bilgisini aktaran Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin Ebadi konuyla ilgili bilgilendirmelerde ve uyarılarda bulundu.
Açıklamasına agorafobinin tanımı ile başlayan Dr. Ebadi, “Eski Yunanca’da ‘alan korkusu’ olarak bilinmekte ve kişiyi zorda bırakacak fiziksel belirtiler ortaya çıkarsa kaçmanın ya da yardım almanın zor olduğu düşüncesi ile gelişen kaygı ve belirli durumlara, alanlara girmekten kaçınma olarak tanımlanmaktadır” dedi.
''Bir uyarma biçimidir''
Günlük yaşantımızda rastlanan durumlara karşı duyulan korku ve sürekli devam eden bir endişe hali olduğunu belirten Dr. Ebadi, “Stres merkezli olan anksiyete, günlük yaşamın idamesinde karşılaşılan sorunlar ile baş edebilmeyi ve dolayısıyla olası durumlar karşısında hızlı kararlar verilebilmesine ortam hazırlarken, beynin strese verdiği tepki ile ilerde yaşanabilecek tüm olası tehlikeler bağlamında bir uyarma biçimidir” diye konuştu.
''Açık alanda da olabilir''
Ebadi, sözlerine şöyle devam etti;
“Sürekli ve devam eden endişe halinin kişide ruhsal sağlığına olumsuz etkisi kaçınılmaz olurken günlük işlerindeki verimi de azalabileceğini ve dolayısıyla anksiyete bozukluğu çok çeşitli olmasına rağmen endişe ve kaygı merkezli olan bu hastalığın, çocukluk çağında yaşanılan olumsuzluklar, travmalar ve mutsuzluklar arttıkça bireyin ileriki dönemlerde yaşayabileceği anksiyete riski de eş zamanlı artmaktadır. Bu bağlamda, agorafobisi olan bireylerde anksiyete sorunun varlığı kaçınılmazdır. Ancak alan korkusu olarak bilinen agorafobi herhangi bir duruma karşı değil; tam olarak bir alana, bir mekana veya bir yere karşı duyulan bir fobi çeşididir. Dolayısıyla agorafobisi olan bireylerde, toplu taşıma araçlarını (vapur, otobüs, uçak, tren vb.) kullanma, açık alanlarda (parklar, köprüden geçme vb.) bulunma, kapalı alanlar veya ticari-kamusal alanlarda bulunma (alışveriş merkezi, hastane, sinema ve tiyatro salonları vb.), insan yoğunluğunun fazla olduğu yerler (toplu olarak bulunulan ortamlar, caddeler, ve konserler vb.), asansör kullanımı veya sırada/kuyrukta bekleme gibi çeşitli açık-kapalı alanlarda seyredebilir.”
''Korkunun şiddeti, yaşam kalitesini etkiliyor''
Hastalığın şiddetinin dereceli olarak değişkenlik göstermekte olduğunu ve ne yazık ki kişinin yaşam kalitesini de doğrudan etkilediğine dikkat çeken Dr. Ebadi, agorafobide yaşanan korkunun şiddeti, kaçınmalarının derecesini de belirlediği için, korkunun şiddeti arttıkça kaçınma davranışı belirginleşir ve kısıtlı bir yaşam biçimi ortaya çıkmış olduğunu ifade etti.
Ebadi sözlerine şöyle devam etti:
“Agorafobisi mild yani hafif-orta seviye olan bireyin günlük yaşamında hayatını idame ettirebilmesi, toplu taşıma aracını kullanabilmesi veya alışverişini kendi yapabilmesi mümkünken; hastalığın şiddetine bağlı olan korku-endişe temeli ile belirginleşen kaçınma davranışı kişinin yaşam konforunu olumsuz yönde etkilemekte; örneğin açık alanlar dahi olsa kamuya veya kalabalığa karışamamakta ve kendini evine, güvenli mekanına veya alanına hapsetmektedir ve genellikle de kendilerini güven içinde hissettikleri ortamların dışına çıkmak zorunda olduklarında ise sıklıkla yanlarında birilerinin varlığına gereksinim duymaktadırlar.”
''Esas sorun: Kontrol kaybına dair kaygı''
Agorafobiyi tetikleyen veya besleyen farklı durumlar olabileceğinin de altını çizen Ebadi, yakın zamanda kişinin bir yakınını kaybetmesi, yaşadığı kaybın verdiği acı, hüzün veya pişmanlık gibi çeşitli duygu-durumlarla baş edememe sonucu agorafobi ortaya çıkabilir. Burada esas sorun, kontrolü kaybetme düşüncesi ile gerçekleşen kaygı olduğu için kontrolün kendisinde olmadığını düşündüğündü alanlarda bu rahatsızlık ortaya çıkabilmektedir. Ancak, her bireyin olaylara gösterdiği reaksiyonlar farklıdır. Dolayısıyla, bu durumun kişilik özellikleri, çevre ve yetiştirilme ile de bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz.” ifadelerini kullandı.
''Tedavi süreci geciktirilmemeli''
Ebadi, bireyin altı aydan fazla süren, korktuğu, anksiyete duyduğu alanın ne olduğunu kavraması, belirlemesinin çok önemli olduğunu vurgulayarak, ''Özellikle yavaş yavaş bu alana kendini maruz bırakması tedavi süresince çok önemlidir. Ancak, baş edilemeyen durumlarda ise mutlaka psikiyatrik ve psikolojik destek alması, hastalığın şiddetinin artmasını önlemesi için çeşitli terapi yöntemlerinden faydalanılması da oldukça önemlidir.” önerisinde bulundu.
Açıklamasına agorafobinin tanımı ile başlayan Dr. Ebadi, “Eski Yunanca’da ‘alan korkusu’ olarak bilinmekte ve kişiyi zorda bırakacak fiziksel belirtiler ortaya çıkarsa kaçmanın ya da yardım almanın zor olduğu düşüncesi ile gelişen kaygı ve belirli durumlara, alanlara girmekten kaçınma olarak tanımlanmaktadır” dedi.
''Bir uyarma biçimidir''
Günlük yaşantımızda rastlanan durumlara karşı duyulan korku ve sürekli devam eden bir endişe hali olduğunu belirten Dr. Ebadi, “Stres merkezli olan anksiyete, günlük yaşamın idamesinde karşılaşılan sorunlar ile baş edebilmeyi ve dolayısıyla olası durumlar karşısında hızlı kararlar verilebilmesine ortam hazırlarken, beynin strese verdiği tepki ile ilerde yaşanabilecek tüm olası tehlikeler bağlamında bir uyarma biçimidir” diye konuştu.
''Açık alanda da olabilir''
Ebadi, sözlerine şöyle devam etti;
“Sürekli ve devam eden endişe halinin kişide ruhsal sağlığına olumsuz etkisi kaçınılmaz olurken günlük işlerindeki verimi de azalabileceğini ve dolayısıyla anksiyete bozukluğu çok çeşitli olmasına rağmen endişe ve kaygı merkezli olan bu hastalığın, çocukluk çağında yaşanılan olumsuzluklar, travmalar ve mutsuzluklar arttıkça bireyin ileriki dönemlerde yaşayabileceği anksiyete riski de eş zamanlı artmaktadır. Bu bağlamda, agorafobisi olan bireylerde anksiyete sorunun varlığı kaçınılmazdır. Ancak alan korkusu olarak bilinen agorafobi herhangi bir duruma karşı değil; tam olarak bir alana, bir mekana veya bir yere karşı duyulan bir fobi çeşididir. Dolayısıyla agorafobisi olan bireylerde, toplu taşıma araçlarını (vapur, otobüs, uçak, tren vb.) kullanma, açık alanlarda (parklar, köprüden geçme vb.) bulunma, kapalı alanlar veya ticari-kamusal alanlarda bulunma (alışveriş merkezi, hastane, sinema ve tiyatro salonları vb.), insan yoğunluğunun fazla olduğu yerler (toplu olarak bulunulan ortamlar, caddeler, ve konserler vb.), asansör kullanımı veya sırada/kuyrukta bekleme gibi çeşitli açık-kapalı alanlarda seyredebilir.”
''Korkunun şiddeti, yaşam kalitesini etkiliyor''
Hastalığın şiddetinin dereceli olarak değişkenlik göstermekte olduğunu ve ne yazık ki kişinin yaşam kalitesini de doğrudan etkilediğine dikkat çeken Dr. Ebadi, agorafobide yaşanan korkunun şiddeti, kaçınmalarının derecesini de belirlediği için, korkunun şiddeti arttıkça kaçınma davranışı belirginleşir ve kısıtlı bir yaşam biçimi ortaya çıkmış olduğunu ifade etti.
Ebadi sözlerine şöyle devam etti:
“Agorafobisi mild yani hafif-orta seviye olan bireyin günlük yaşamında hayatını idame ettirebilmesi, toplu taşıma aracını kullanabilmesi veya alışverişini kendi yapabilmesi mümkünken; hastalığın şiddetine bağlı olan korku-endişe temeli ile belirginleşen kaçınma davranışı kişinin yaşam konforunu olumsuz yönde etkilemekte; örneğin açık alanlar dahi olsa kamuya veya kalabalığa karışamamakta ve kendini evine, güvenli mekanına veya alanına hapsetmektedir ve genellikle de kendilerini güven içinde hissettikleri ortamların dışına çıkmak zorunda olduklarında ise sıklıkla yanlarında birilerinin varlığına gereksinim duymaktadırlar.”
''Esas sorun: Kontrol kaybına dair kaygı''
Agorafobiyi tetikleyen veya besleyen farklı durumlar olabileceğinin de altını çizen Ebadi, yakın zamanda kişinin bir yakınını kaybetmesi, yaşadığı kaybın verdiği acı, hüzün veya pişmanlık gibi çeşitli duygu-durumlarla baş edememe sonucu agorafobi ortaya çıkabilir. Burada esas sorun, kontrolü kaybetme düşüncesi ile gerçekleşen kaygı olduğu için kontrolün kendisinde olmadığını düşündüğündü alanlarda bu rahatsızlık ortaya çıkabilmektedir. Ancak, her bireyin olaylara gösterdiği reaksiyonlar farklıdır. Dolayısıyla, bu durumun kişilik özellikleri, çevre ve yetiştirilme ile de bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz.” ifadelerini kullandı.
''Tedavi süreci geciktirilmemeli''
Ebadi, bireyin altı aydan fazla süren, korktuğu, anksiyete duyduğu alanın ne olduğunu kavraması, belirlemesinin çok önemli olduğunu vurgulayarak, ''Özellikle yavaş yavaş bu alana kendini maruz bırakması tedavi süresince çok önemlidir. Ancak, baş edilemeyen durumlarda ise mutlaka psikiyatrik ve psikolojik destek alması, hastalığın şiddetinin artmasını önlemesi için çeşitli terapi yöntemlerinden faydalanılması da oldukça önemlidir.” önerisinde bulundu.